“Sahiden gelir misiniz?”

Ruhlar, beş kısma ayrılır

“Sahiden gelir misiniz?”


“Ne demekti şimdi bu? Kimdi bu insanlarımızı böyle ayıran, hor görüp aşağılayan?!.” Cevap verdim karşımda mahcup ve tedirgin duran öğrencime: “Hiç fark etmez. İster Yunanistan, ister Bulgaristan, ister Romanya göçmeni olun. Okumak isteyen herkesi alırım ben bu okula.” Hayret… Bu cevap da rahatlatmamıştı onu. Peki ama neydi, benden duymak istediği? “Ne yapmalı ya da nasıl konuşmalıyım?” diye düşünürken patlayıverdi misafirim: “Anlamıyorsunuz beni! Ya da ben anlatamıyorum derdimi.” Üzüldüm. Gerçekten üzüldüm. Onca dikkat etmeme rağmen, neydi benim anlamadığım ve de anlayamadığım? Ya da neydi, küçük misafirimin anlatmak isteyip de anlatamadığı? “Biraz daha açık konuşur musun, lütfen! Nedir öğrenmek istediğiniz benden?” “Yani, müdür bey… Açık konuşuyorum işte. Aşağı Mahalle demek ‘Canbazlar Mahallesi’, yani ‘Çingene Mahallesi’ demek. Biz o mahallede oturuyoruz. Yani, ben Çingeneyim.” Beynimden vuruldum işte o an! Ne demekti bu? Kimdi bu insanlarımızı böyle ayıran, hor görüp aşağılayan? Bir insana, bir yurttaşa yapılabilecek en büyük kötülük, en büyük haksızlık, en büyük zulüm değil miydi bu? Toparladım kendimi hemen: “Ülkemizde hiçbir yurttaşımız, şu ya da bu kökendendir diye, ne daha üstündür, ne daha aşağı… Kanun karşısında hepimiz eşitiz. Kimsenin dinine, mezhebine, inancına, ırkına bakılmaz. Anayasamız böyle der. Bu yasaya uymak zorundadır herkes. Nüfus cüzdanı ve ilkokul diplomanı al, gel; kaydını yapayım hemen.” “Yalnız… Annemin de babamın da haberi yok.” “Sen okumak istediğini söylüyorsun, ben de tamam diyorum. Problem ne?” “Problem yok da… Hani, diyorum ki, sizce uygunsa, bizim eve beş dakikalığına da olsa bir uğrayıp beni ortaokula kaydetmek istediğinizi söyleseniz…” “Tamam, gelirim.” “Sahiden gelir misiniz? Beni kandırmak için öyle söylemiyorsunuz; değil mi?” Neden inanmak istemiyordu Selvet? Şaka yapmadığımı, O’nu kandırmadığımı ona ispatlamak için ayağa kalkıp kapıya kadar giderek temizlik yapan hizmetliye iki dakikalığına işini bırakmasını söyledim. Hemen gelip saygılı bir duruşla, “Buyurun efendim” deyince, Selvet’i işaret ederek: “Bunu tanıyor musun Mustafa?” diye sordum. “Tabiî tanıyorum efendim. Adı Selvet… Canbazlar Mahallesindedir evleri.” “Güzel!.. Akşam yemeğinden sonra gelip beni Selvet’lerin evine götürür müsün?” “Elbette götürürüm efendim de?..” Anlamıştım hizmetli de şaşırmıştı. “Ne işiniz var o evde?” diye sormak istiyor ama soramıyordu bir türlü. DEVAMI YARIN