Emirlere riâyet ve ibâdete devam etmek

Emirlere riâyet ve ibâdete devam etmek

Yedi cephede birden çarpıştığımız savaş!

Âyet-i kerîmede geçen “Allahın habline (ipine) sımsıkı sarılın”dan murâd, Allahü teâlânın emirlerine riâyet ve ibâdete devam etmektir.   Hamdullah (Hamdi) Çelebi, Fâtih Sultan Mehmet Han’ın hocası, Akşemseddîn hazretlerinin en küçük oğludur. 853 (m. 1449)’da Bolu’nun Göynük kazasında doğdu. 914 (m. 1508)’de aynı yerde vefât etti. Babası Akşemseddîn’in yanına defnedildi. Akşemseddîn’in evinin üst yanında bir pınar vardı, orada Hızır aleyhisselâm ile buluşup, sohbet ederdi. Sonradan o pınarın adı “Şeyh Hızır Pınarı” kaldı. Bir gün Hamdi Çelebi’nin annesi, o pınara su almak için gitti. Orada bir pîr-i fânî belirdi ve kendisinden su istedi. Hâtuncağız nâmahrem diye çekindi. Fakat o kişi; “Ben, biiznillah doğacak olan oğluna duâ ve himmet eylemeye geldim” dedi ve o da su verdi. Pîr suyu içti ve duâ etti. Eve gelince, başından geçen hâdiseyi beyi Akşemseddîn’e anlattı. Akşemseddîn tebessümle buyurdu ki: “O Pîr-i fânî, kardeşim Hızır aleyhisselâmdır. Benim yakında doğacak âlim, kâmil ve şâir oğlum Hamdi’ye duâ ve ziyâret etmeye gelmiş.” Bu durumdan çok memnun olan hanımı, şükür secdesine vardı. Akşemseddîn hazretleri dâima derdi ki: “Şu küçük oğlum Muhammed Hamdi, yetîm, zelîl kalmasa, şu mihneti çok dünyâdan göçerdim.” Hamdi Çelebi vefatına yakın günlerde buyurdu ki: Şeyh-ül-islâm Abdullah-i Ensârî hazretleri, Menâzil-üs-sâyirîn kitabında, Âl-i İmrân sûresi 103. âyet-i kerîmesinde meâlen; “Allahın ipine sımsıkı sarılın” kısmını şöyle tefsîr etmektedir: “Âyet-i kerîmede geçen “Allahın habline (ipine) sımsıkı sarılın”dan murâd, Allahü teâlânın emirlerine riâyet ederek ibâdete devam etmektir. Âyet-i kerîmede geçen i’tisâmın (sarılmanın) üç derecesi vardır. Birincisi; normal insanların i’tisâmı ki, Allahü teâlâdan gelen emir ve yasaklara sarılıp, devam etmektir. Bu kısımda bulunan insanların ibâdet ve tâati, yakîn elde etmek içindir. Bu, Allahın ipine (Kur’ân-ı kerîme) sarılmaktır. İkincisi; seçilmişlerin i’tisâmı olup, bunların emir ve yasaklara uymaktaki gayretleri, Allahtan başka her şeyden kesilmek, O’na, O’nun emirlerine teslim olmaktır. Bu da urvet-ül-vüskâ’dır. Üçüncüsü; seçilmişlerin seçilmişlerinin i’tisâmı ki, bunların emir ve yasaklara uymaktaki gayretleri, Allahü teâlâyı müşahede etmek, O’nun yakınlığı ile meşgul olmak nimetine kavuşmak içindir. Buna da i’tisâm-ı billah denir.”