Tâbiîn devrinde Medîne’de yetişen büyük âlimlerden. Künyesi, Ebû Muhammed Medenî’dir. Hilâlî lakabı ile de tanınmaktadır. Peygamber efendimizin, sallallahü aleyhi ve sellem mübârek hanımlarından hazret-i Meymûne’nin kölesidir. Kendisi gibi yüksek âlimlerden olan Süleymân, Abdülmelik ve Abdullah bin Yesâr’ın kardeşidir. Yaklaşık 659 (H.39) târihinde doğdu. Hazret-i Osmân’ın zamânında yaşı küçüktü. 84 yaşında 721 (H.102 veya 103) tarihinde İskenderiye’de vefât etti.
Atâ bin Yesâr, Eshâb-ı kirâmdan birçok zât ile görüşüp onlardan ilim aldı. Kendisi hazret-i Meymûne, Muâz bin Cebel, Ebû Zer-i Gıfârî, Ebüdderdâ, Ubâde bin Sâmit, Zeyd bin Sâbit, Muâviye bin Hakem-i Selemî, Ebû Katâde, Ebû Hüreyre, Zeyd bin Hâlid-i Cuhnî, Abdullah bin Amr, Abdullah bin Ömer, Abdullah bin Abbâs, Peygamberimizin kölesi Ebî Râfî, hazret-i Âişe ve daha pekçok sahâbîden hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Büyük hadîs âlimi İmâm-ı Buhârî, İbn-i Saîd ve Ebû Dâvud onun, Abdullah ibni Mes’ûd’dan da hadîs rivâyet ettiğini bildirmişlerdir. Rivâyetleri Kütüb-i Sitte denilen altı sahîh hadîs kitabında yer almıştır.
Atâ bin Yesâr’dan da akranı olan Ebû Seleme binAbdurrahmân, Muhammed bin Ömer bin Atâ, Muhammed bin Amr bin Halhala, Hilâl bin Ali, Zeyd binEslem, Şüreyh bin Ebî Nemr hadîs-i şerîf rivâyetinde bulunmuşlardır.
Atâ bin Yesâr, Allahü teâlânın kelâmı olan Kur’ân-ı kerîmin okunuşunu en iyi bilenlerden birisiydi. Kırâat ilmi adı verilen bu ilimde,Eshâb-ı kirâmdan sonra en yüksek dereceye çıkan âlimler, Medîneliler, Mekkeliler, Kûfeliler, Basralılar ve Şamlılar olmak üzere beş tabakaya ayrılmışlardır. Medîne-i münevverede bu ilimle meşgul olanlardan biri deAtâ bin Yesâr’dı. Kur’ân-ı kerîmin okunuşunu bozulmaktan ve değişmekten korumak için gösterilen üstün gayretler o kadar çoktur ki, yapılan çalışmalar akıllara sığmayacak ölçüdedir. Eshâb-ı kirâmın gösterdiği gayreti, kelimelerle ifâde etmek mümkün değildir. Kur’ân-ı kerîmin mânâsının anlaşılması ve anlatılması yanında, her harfinin okunuşu ve bundaki ihtilâflar, öyle bir tesbit olunmuş ki, bu güne kadar bütün müslümanlar, Kur’ân-ı kerîmi bu ilk okunan şekli ile okumaktadır. Atâ bin Yesâr, bu ilmi öğrenip insanlara öğretmede üstün derecelere kavuşan âlimlerdendir.
Hadîs ilminde de sika güvenilir bir âlim olup çok hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Bu ilimde bir hazîne idi. İbn-i Hibbân, Kitabüs-Sikkât’ında onun sika râvilerden olduğunu zikreder. İbn-i Sa’d da Tabakât’ında, sika sağlam olup, çok hadîs rivâyet ettiğini zikreder.
Yine Atâ bin Yesâr, güneş tutulunca Peygamber efendimizin kıldığı iki rekat namazın her rekatında altı rükû ile dört secde yaptığını rivâyet etmiştir. Atâ bin Yesâr’ınResûlullah efendimizden bildirdiği hadîs-i şerîfte buyruldu ki: "Kırk dirhemi veya bu değerde malı olduğu hâlde, dilencilik eden kimse, dilenmekte ısrar etmiş, günâha girmiş olur."
Atâ bin Yesâr’ın rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfte, Peygamberimiz hazret-i Ömer’e hitaben; "Ey Ömer! Öldüğün vakit adamların gidip senin boyuna uygun bir mezar hazırlayıp, seni yıkayıp kefenledikten ve koku sürdükten sonra, seni götürüp mezara koydukları ve toprağı üzerine örterek geri döndükleri vakit hâlin nice olur? Münker ve Nekir adındaki kabrin iki büyük ibtilâsı (suâl melekleri) sana gelir. Sesleri yıldırım indiren gök gürültüsü, gözleri parlak şimşekler gibi, uzun saçlarını sürürler. Uzun ve sivri dişleri ile mezarın topraklarını alt üst ederler. Sana çeşitli zorluklar çıkarırlar. Seni korkuturlar. O vakit senin hâlin nice olur ey Ömer?" buyurdu. Hazret-i Ömer de; "Bu zamanki aklım o zaman da başımda olacak mı?" diye sordu. Resûl-i ekrem efendimiz; "Evet." buyurunca; "Ben onların hakkından gelir, gerekli cevaplarını veririm." dedi.
Bir hadîs-i şerîfte; "İnsanların en iyisi, borcunu en iyi şekilde ödeyenlerdir." buyruldu.
Atâ bin Yesâr buyurdu ki: "Şâban ayının on beşinde, yâni Berât gecesinde o yıl içinde ölecek olanların listesi Azrâil aleyhisselâma verilir. Bu arada ev yapan, su akıtıp ağaç diken ve yeni evlenen nice kimseler vardır ve isimleri bu listededir. Fakat onlar bunu bilmezler."
Atâ binYesâr şöyle anlatıyor: Kur’ân-ı kerîmde meâlen; "Ey îmân edenler! İçki, kumar, putlar ve fal okları, şeytanın işlerinden bir pisliktir. Bunlardan kaçının ki, felâh bulasınız!" (Mâide sûresi: 90) âyet-i kerîmesinin mânâsı Tevrât’ta şu şekilde vardı. "Bâtılı gidersin, oyunu boşa çıkarsın, çalgılı oyun âletlerini yok etsin! diye, biz hakkı indirdik. Şarap içene yazıklar olsun! Allahü teâlâ bu mânâda, izzetine ve celâline yemin ederek; "Bir kimse, haram olduğunu bilerek içerse, kıyâmet günü onu suya hasret bırakırım. Şarabın haram olduğunu bilerek bırakana, Cennet ırmaklarından içiririm." buyurdu.
Atâ bin Yesâr, Yâlâ binMürre’den şöyle anlatıyor: "Biz hazret-i Ali’nin yakınlarından bâzıları ile buluştuk. Yâlâ onlara dedi ki: O, şu anda savaşan kimsedir. Onun hayâtı için emin değiliz. Ona bir zarar gelebilir. Bundan sonra odasının kapısında nöbet tutmaya başladık. Bir ara namaza çıktı. Bizi görünce; "Burada ne yapıyorsunuz?" diye sordu. Biz de: "Seni bekliyoruz, yâ müminlerin emîri!.. Zîrâ sen, harp yapan bir kimsesin. Sana bir zarar gelmesinden korkuyoruz." diye cevap verdik. Onlara sordu: "Beni semâ (gök) ehlinden mi koruyorsunuz, yoksa yer ehlinden mi?" Biz de: "Elbette yer ehlinden! Semâ ehlinden nasıl koruyabiliriz?" deyince; "Allahü teâlânın takdir etmediği hiç bir şey semâda da olmaz. Herkesin işlerine vekil olan iki melek vardır. Kaderi olarak takdir edilen şeyler başına gelinceye kadar, her şeyi ondan uzaklaştırırlar. Kaderde olan başa gelince de, kaderi ile onu başbaşa bırakırlar." buyurdu.
Allahü teâlâya en çok yaklaşanların, güzel ahlâkta Peygamber efendimize en çon benzeyenler olduğuna işâret ederek; "Yükselenler hep güzel ahlâkları sâyesinde yükselmişlerdir. Ahlâkın kemâl mertebesine ancak Muhammed aleyhisselâm yükselmiştir." buyurdu.
ANNE DUÂSI
Atâ bin Yesâr anlattı: Yolculuk yapmakta olan bir kervân, bir yerde mola vermişti. Fakat bu sırada bir merkebin sesi onların uyumalarına mâni oldu. Bunun üzerine bu sesin geldiği tarafa doğru gittiler. Sesin geldiği yere varınca kıldan yapılmış çadır içerisinde, yaşlı bir kadınla karşılaştılar. O kadına; "Bu merkep sesi nereden geliyor. Onun sesinden bir türlü uyuyamadık?" dediklerinde, kadın; "O merkep gibi ses çıkaran benim oğlumdur. Hayatta iken bana eşek diye hitâb ederdi. Allahü teâlâya onu eşek yapması için bedduâ ettim. Onun için böyle her gece sabaha kadar merkep gibi ses çıkarır." dedi. Bunun üzerine kervan sâhipleri o kadına; "Bizi onun kabrine götür, onun kabirdeki hâline bir bakalım." dediler. Kabre gidip, açıp baktıklarında, boynunun eşek boynu gibi olduğunu gördüler.
1) Tezkiret-ül-Huffâz; c.1, s.90
2) Mîzân-ül-İ’tidal; c.3, s.77
3) Tehzîb-üt-Tehzîb; c.7, s.217
4) Vefeyât-ül-A’yân; c.3, s.399
5) Tehzîb-ül-Esmâ ve’l-Luga; c.1, s.335
6) Miftâh-üs-Seâde; c.1, s.10,79,192, c.2, s.7,14, 16,18,162
7) Tabakât-ı İbn-i Sa’d; c.5, s.173
8) Nevâdir-ül-Âlem (Kalyûbî); s.27
9) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.2, s.132, c.16, s.10, c.6, s.327